Karım ve ben bir evliliği sonsuz yapmanın sırlarını keşfettik...
Haftada iki kere, güzel bir restoranda gideriz, biraz şarap, biraz güzel yiyecek... Salı günleri o gider, Cumaları ben...
- Ayrı yataklarda yatarız... o nunki İzmir'de, benimki İstanbul'da...
- Karımı her yere götürürüm.. Ama her seferinde dönüş yolunu bulur... Yıldönümümüz için karıma nereye gitmek istediğini sordum... O da "Uzun zamandır gitmediğim bir yer olsun" dedi... Mutfağı önerdim...
Her zaman el ele tutuşuruz... Eğer elini bırakırsam, hemen alışverişe başlar...
Elektrikli blender'i, elektrikli tost makinesi, elektrikli ekmek kızartıcısı var... Bana diyor ki "çok fazla ıvır zıvır var ve oturacak tek bir yer yok" Ben de o na elektrikli sandalye aldım...
Şunu her zaman hatırlayın... Evlilik boşanmanın birinci nedeni.... İstatistiksel olarak, boşanmaların %100 ü evlilikle başlıyor...
Karıma 18 aydır tek bir söz söylemedim... o nun sözünü hiç bir zaman kesmek istemem...
Son kavgamız benim suçumdu... Karım bana "televizyonda ne var" diye sordu... Ben de "toz" dedim...
Başlangıçta ; Tanrı dünyayı yarattı ve dinlendi... Sonra erkeği yarattı ve dinlendi... Sonra kadını yarattı... O zamandan beri ne Tanrı, ne de erkek dinlenebildi...
Erkekler niçin kadınlarından önce ölürler... Çünkü öyle isterler...
01. Saçlarını oksa02. Yücelt03. Şımart04. Gözlerinin içine bak,05. Geleceğe ait planlar yap,06. Dil dök07. Yalvar 08. Destek ol09. Yemeğe götür10. Akmerkez'e götür11. Tekneye bindir12. Güldür13. Zeka oyunları yap14. Müzik dinlet15. Teşvik et16. Teskin et17. Affet18. Hayran kal19. Banyosunu hazırla 20. Güven ver21. Kapıyı tut22. Asansörde kat düğmesine bas23. Arabasının kapısını aç24. Isıt25.Sarıl26. Öp27. o na hasta ol28. Kulağına fısılda29. Ayaklarına masaj yap30. Televizyonun kumandasını o na ver 31. Konsere götür32. o nu her yerde ve her zaman bekle33.Tanrıçan yap34. o nunla birlikte rejim yap35. o nunla birlikte spor yap36. O uyumadan uyuma37. O uyanmadan uyanma38. Ne istediğini önceden anla 39. Günde yedi kez özür dile40. Sürekli o nu dinle41. Arkadaşlarına katlan42. Yorganı çekince ses etme43. Yorganı titretme44. Spor araba al45. Saat al46. Yüzük al47. Küpe al49. Traş ol 50. Saç seklini değiştir51. Kareli gömlek giy52. Serbest piyasa kurallarını unut53. Köpeği gezdir54. Yemin et55. Dayan56. Katlan
ERKEKLERI MUTLU ETME SIRRI 01. Soyun
Meksika’da İnka Tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup Arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki Tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızlı tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı Arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar.Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyorlar, sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka Tapınaklarına geliyorlar. Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor;
Hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik? Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki;
Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, Ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı.
Oturup Ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik…
Niye içimizde hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığımızı, niye mutlu olmayı beceremediğimizi, niye kendimiz olmayı başaramadığımızı ve “niye” ile başlayan daha bir dolu sorunun cevabını açıkça veriyor İnkalar’ın yaşlı torunu. Çünkü bu aptal Hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, Ruhumuz çok arkada kaldı, hatta o nu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlayamıyoruz.
Çocuğunu kaybeden Annelerin çılgınlığında bir sağa, bir sola saldırıyoruz hepimiz, ama bir farkla, biz neyi aradığımızı bile bilmiyoruz…
Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor.
Sanıyoruz ki çok Paramız, sürekli yükselen bir Kariyerimiz, Bahçeli bir Evimiz, Spor bir Arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız.
Hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aradığı Aşkı bulamamaktan veya Evlilik hayatından şikayetçi? Çevremiz de kaç kişinin Aşk hayatı veya Evlilik hayatı iyi gidiyor? Eminim parmakla sayılacak kadar azdır. Ve eminim hiç kimse yanlışın–eksikliğin nerede olduğunu da bulamıyordur… Ben Ten uyuşması kadar Ruh uyuşmasının önemine inanırım. Hatta İnsanların Eş ruhlarının olduğuna bile inanırım. Ama Ruhları olmayan Bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki? Evet, önce göz görür fakat ancak Ruh sever. Ayrıca Ruhumuz olmadan Eş Ruhumuzu bulmak gibi bir şansımızın olmadığına da eminim…
İşte bu yüzden içimizde sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyor çoğumuz, işte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp, çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden Mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz…
Gerçekte hız çağında yaşıyoruz. Her şey o kadar hızlı geçiyor ki, ne İşe, ne Arkadaşlarımıza, ne Ailemize, ne Çocuğumuza, ne Kendimize yeterince vaktimiz kalmıyor. Akrep ve Yelkovanla yarış halindeyiz.
Bu yüzden bütün ilişkiler yarım yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük, Sevmeye bile vaktimiz yok bizim.
Oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyoruz. Ne çamaşır yıkıyoruz ne de bulaşık, çayımızı kahvemizi makineler yapıyor, işlerimizi bir telefon, bir faksla hallediyoruz. Uçaklar bizi iki saat içinde dünyanın bir ucuna taşıyor. Hatta artık gitmeye bile gerek yok, internetle dünya elimizin altında. Ama yine de vaktimiz yok işte! Bence doğanın kara bir laneti bu. Biz o ndan uzaklaştıkça, o da bizden bütün zamanları çalıyor.
Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok. Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip Ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık.
Aceleye ne gerek var? Hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer. İyi ya da kötü, hızlı ya da yavaş… Her şey bizim elimizde, Sevgi de, Aşk da, Başarı da. Ama ancak kendi Ruhumuzla buluştuğumuzda…
Kolundaki, bacağındaki tüyleri mütemadiyen aldırmak zorunda değilsin. Bıyıkların utanç değil, çoğu zaman övünç kaynağıdır.Beş günlük tatil için ufak bir çanta yeter. Her kavanozu tek başına açma kabiliyetine sahipsin.Makyaj tazeleme sorunun olmadığı için zırt pırt tuvalete gitmezsin.Kilo aldığında dostların sana acıyarak bakmaz.Topuklu ayakkabı gibi bir şeyin üstünde hokkabazlık yapmak zorunda değilsin. Ayakkabılarının topuğu ve tırnağın asla kırılmaz, çorabın kaçmaz.Saçının ve/veya Göğüslerinin nasıl göründüğü hiç önemli değildir.Pişireceğin hayvanı kendin avlayabilecek güçtesindir.Duş yapman ve giyinmen en fazla o n dakika sürer.Gereksiz eşyaların bulunduğu bir çantayı taşıma alışkanlığın yoktur. Ceketini alıp çıkarsın.Beşli paket halindeki donların fiyatı, tek bir sütyenin ki kadardır. 50 yaşına da gelsen kimse evde kaldığını iddia edemez.Çisinle İtalyanca " Seni Seviyorum " yazabilecek kadar kabiliyetlisindir.Yüzündeki tüm renkler orjinaldir. Ne silince, ne yağmurda çıkmaz. Sokakta rahatça muz ve/veya dondurma yiyebilirsin.Kimse bakmaz,rahatsız etmez.Bira şişesini açacak kullanmadan açmanın en az beş yolunu bilirsin.Sohbet ettiğin insanlar, bakışlarını göğüslerine doğru kaydırmaz. Evlenince soyadını değiştirmek zorunda kalmazsın.Her zaman tek parça mayo giyersin .Karşı cinsle eşit olduğunu kanıtlamak için adanmış ömür süren hemcinslerin yoktur.Kahvehaneler, stadyumlar,genelevler, sırf senin daha keyifli bir hayat sürmen için vardır.Sen hiç "Erkek Hastalıkları Uzmanı" diye bir kavram duydun mu?-- AMA HER ŞEYE RAĞMEN KÖPEK GİBİ KADINLARIN PEŞİNDEN KOŞARIZ
Yinede biz erkekler daha sakin davranıp , birlikte yaşamanın dayanılır ağırlıgını kabul ediyoruz.:)))
Bir gün 75 yaşında bir ihtiyar sperm testi yaptırmak için doktora gider. Doktor adama bir kavanoz verir ve : -Bunu doldurup yarın bana getirin, der. Ertesi gün ihtiyar kavanozu getirip doktora verir. Doktor kavanoza bakar ve boş olduğunu görür ve sebebini sorar. İhtiyar anlatmaya başlar : -Doktor bey, dün gece sağ elimle denedim olmadi, sol elimle denedim gene olmadı. Karımı çağırdım, o da sağ ve sol elleriyle denedi, ağzıyla denedi önce dişini çıkararak sonra dişini takarak denedi gene olmadı. Baktık olacak gibi değil komşunun karısını çağırdık o da iki elini ve ağzını denedi gene olmadı, deyince doktor kendini tutamamış : -Naaptınız, komşunun karısını da mı çağırdınız, diye sormuş. İhtiyar da : -Napalım, açamadık şu lanet kavanozu bir türlü
8 yıl 7 ay 6 gün bağırırsanız bir bardak kahveyi ısıtacak kadar enerji üretirsiniz. (Pek buna değermiş gibi gözükmüyor!)
6 yıl 9 ay kesintisiz gaz çıkarırsanız bir atom bombasına denk enerji üretirsiniz. (işte bu fena değil!) İnsan kalbi kasıldığı zaman kanı 8 metre fışkırtacak güçtedir. (Gerçekten mi?) Domuzların orgazmı 30 dakika sürer. (Gelecek hayatımda domuz olmak istiyorum.) Hamam böcekleri kafaları kopukken 9 gün yaşayabilirler. (Acayip!) (Benim aklım hala domuzda!) Kafanı duvara vurmak saatte 150 kalori harcatır. (Bunu evde denemeyin...belki işte deneyebilirsiniz....) Erkek peygamber develeri kafaları vucutlarına bitişikken çiftleşemezler. Dişi peygamber develeri erkeklerin kafalarını kopararak ilişkiyi başlatırlar. (Hayatııımmm, ben geldiiiiimm. HASSI...!) Pireler vücutlarının 350 katı yüksekliğe zıplayabilirler. Bu, insanın bir futbol sahası yüksekliğinde zıplaması gibidir. (30 dakika... Şanslı domuz...Nasıl bir şeydir acaba?) Kedi balıklarının 27 bin tat hücresi vardır. (Bir gölün dibinde bu kadar lezzetli ne olabilir acaba?) Aslanlar günde 50 defadan fazla çiftleşebilir. (Ben hala gelecek hayatımda domuz olmak istiyorum. Nicelik değil nitelik...) Kelebekler ayaklarıyla tat alır. (Bunu hep merak etmiştim...) Ortalama olarak, sağ elini kullanan insanlar solaklardan dokuz yıl daha uzun yaşar. (İki elini kullananların ortalamasını mı alması gerekiyor?) Filler zıplayamayan tek hayvandır. (Bu iyi bir şey olsa gerek...) Devekuşlarının beyinleri gözlerinden küçüktür. (Böyle insanlar da var tanıdığım.) Denizyıldızlarının beyinleri yoktur. (Öyle insanlar da tanıyorum.) Kutup ayıları solaktır. (Öteki ellerini kullansalar daha uzun yaşarlar mı?) İnsanlar ve yunuslar zevk için çiftlesen tek canlılardır. (Peki ya domuzlar?)
Hayvanları çok seviyorum !..
Hangilerini mi ?
1- Tünellerde park lambası ya da
farlar yerine dörtlülerini yakan ÖKÜZLERİ...
2- Lastiği patladığında bunu sol şeritte değiştiren DEVELERİ,
3- Bir yaya geçsin diye yavaşladığınız veya durduğunuzda
sağınızdan/solunuzdan bir de
size ters ters bakarak geçen ÇAKALLARI,
4- Far ayarının ne demek olduğunu bilmeyip ya da o na
verilecek 2-3 milyonu servet sanıp arkanızda gözünüzü kamaştıran
DAVARLARI,
5- Karda önden çekişli arabasının arka tekerlerine zincir
takıp sonra "abi bi el atsana" diye yardım isteyen EŞEKLERİ,
6- Dakikalarca aynalarına bakmadan otobanın sol şeridinde sizin
süratinizden en az 50-60 km yavaş giderek salınan KOYUNLARI,
7- Yeni yıkadığınız arabanızı batırmakla mükellef cam yıkama
fıskiyesini ayarlamaktan aciz BEYGİRLERİ,
8- Arabasında biriktirip çöpe atması gerekenleri yola atan
DOMUZLARI,
9- Trafik 2 dakika durdu mu kornaya basan AYILARI,
10- Her yere tüküren LAMALARI,
11- Evinin kapısına geldiği adamın ziline basmaktansa, kornasına
basmayı tercih eden SIĞIRLARI
12-Her 15 km. için bir araç boyu mesafe bıraktığınızdan dolayı,
sağdan soldan önünüzdeki araba ile sizin aranıza dalan İNEKLERİ
13-Kırmızı ve yeşil ışıklarda yaya geçidi üzerinde bekleyerek ve de
çoğunlukla sağa-sola dönüşleri engelleyen centilmen taksici KURTLARI
14-Zaten iki işi bir arada yapmaktan aciz olan, araç kullanırken cep
telefonu ile konuşmaya çalışıp aracını şeritler arasında gezdiren
YENGEÇLERİ
RAHİMDE İSYAN
Kadın doğum servisinde inanılmaz bir panik yaşanıyordu.
İkiz bebek doğurmak üzere olan bir ananın rahminde isyan çıkmıştı. İkizlerden birisi diğerinin boynuna kordon bağını geçirmiş ultrason üzerinden doğmak için şartlarını açıklıyordu. Kendisine garanti verilmezse hem kendisi hem de kardeşi ölü olarak doğacaklardı; zaten sağ olarak doğup, ölü gibi yaşamak istemiyorlardı.
Hastanenin bahçesinde panzerler, koridorlarında çelik yelekli timler, aneztezi bölümünde keskin nişancılar yerlerini almış, tepede uçuşan helikopterler ve doğumhaneye morg üzerinden sızmış kameramanlar ile dekor tamamlanmıştı.
Ekip şefi, eylemi bırakıp adam gibi doğmaları halinde derhal sımsıkı kundaklanacaklarını, tepelerindeki bir tutam saça dahi dokunulmayacağı ve ilerideki iş başvurularında bu eylemin sicillerine işlenmeyeceği garantisini veriyordu.
İçeridekiler kararlıydı, kendilerine sorulmadan meydana gelmişlerdi ama artık yaşamaya değer bir dünya için bu ilk darboğazdan geçeceklerdi.
Ultrason ekranından açıkladıkları temel şartlar şunlardı:
1- Okumayıp adam olmak istiyorlardı. Yaşamlarının en körpe, en tatlı yıllarını hergün saatlerce bir tahta sıraya çakılıp çoğu lüzumsuz bilgileri öğrenmeye çalışarak, kalan vakitlerini dersanelerde floresan ışıklar altında harcamak istemiyorlardı. o nlar sadece temel hayat şifrelerini okuldan (ama böyle ruhsuz okullardan değil), kalanları da yaşamın ta kendisinden öğrenmek istiyorlardı.
Arıları kırlardan, başakları yollardan, gerekli matematiği bakkaldan, bisikleti Ayhan’dan, tarihi Halim dededen, sevgiyi Ayşe Teyze’den, sokakları Hilmi’den, dövüşmeyi Remzi’den, sevişmeyi kendiliğinden, yüzmeyi nehirden.
2- Kimsenin kendilerine; kimi seveceğine, ne zaman seveceğine, ne kadar seveceğine ve hangi limitler dahilinde seveceğine karışmayacağına dair garanti istiyorlardı.
3- Herkes ile aynı şeyi düşünüyormuş gibi yapmama hakkı, farklı düşüncelere saygı garantisi
4- Başkalarının savaşlarında dövüştürülmeme
5- İnanmadıklarını özgürce yaşamama, inançlarını özgürce yaşayabilme
6- Beş para etmez insanlara saygıya sevgiye zorlanmama
7- Paha biçilmez insanlara yaşarken layık oldukları saygıyı gösterebilme özgürlüğü
8- Prematüre küvezlerindeki şartların iyileştirilmesi
Bu 7 + 1 maddecikti temel istekleri. Ne kendilerine özel bir biberon, ne rahat bir beşik, ne de çok özel bir alt bezi.
Derken sessizlik bozuldu, ani bir hamleyle sezaryen yapıldı. İsyan bitmişti,
Bebekler kurtarılamamıştı.
Hastanede olağan bir gün başlamak üzereydi.
Sevgili dostlar, bugün sizlere Türkiye'nin 2001 sonrası içine düştüğü durumu da çok iyi anlattığını düşündüğüm bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Evet, tahmin ettiğiniz gibi kitabın adı 'Latin Amerika'nın Kesik Damarları'... Peki bu kitap neden bahsediyor? İsimler ve yerler farklı olmakla birlikte özünde bizden bahsediyor. Yaşadığımız 'her şeyi sat' sürecine 'ekonomik büyüme', 'küreselleşme', 'Avrupa ile entegrasyon' diyenlerin Latin Amerika'nın geçmişinden ders almak amacıyla bu kitabı mutlaka okumaları gerekli. Sevgili dostlar, kitap, 'bugünlerin bizlerini' anlatan çok net bir cümle ile başlıyor: "Aptallığa oldukça benzeyen bir suskunluk içindeydik"... Evet, aynen bugün Türkiye'de yaşayan her kesimden milyonların, yani bizlerin olduğu gibi... Kitabın detaylarına gelince... Alıntıları aynen aktarıyorum: - Uluslararası işbölümü sonucu bazı ülkeler kazanırken, bazıları da kaybediyor. Bizim bugün Latin Amerika diye adlandırılan toprağımız, kendini kaybetmeye adamış durumda. Rönesans Avrupalılarının, dişlerini boğazımıza geçirmek üzere okyanusa atladıkları uzak çağlardan beri bu böyle. Fetih ganimetleri, altınla örülü vadiler, gümüşle kaplı dağlar karşısında hayal gücünün şaşkınlığa düştüğü o eski yerler değil artık buraları. Ama bölge hizmetçi konumunu koruyor. Yabancı gereksinimlerin hizmetinde olmaya, dışarısı için tükenmez petrol ve demir, bakır ve et, meyve ve kahve, hammadde ve zahire kaynağı olmaya devam ediyor. Zengin ülkeler bütün bunları tüketirken, Latin Amerika'nın bütün bunları tüketirken kazandığından daha fazla kazanıyorlar (bu cümleye lütfen dikkat!). - Latin Amerika'nın yabancı sermaye gruplarına tanıdığı imtiyazları mutlaka duymuşsunuzdur. Ama ABD'nin başka ülkelere tanıdığı imtiyazları asla duymazsınız. Başkan Wilson şöyle diyordu: Bir ülke oraya yerleşen sermayenin kesin egemenliği altına girer... - Kesik damarların kıtasıdır Latin Amerika. Keşfedildiği günden beri burada her şey, önce Avrupa daha sonra da Kuzey Amerika sermayesine dönüşmüş ve o uzaktaki iktidar merkezlerinde öylece birikmiştir. Her şey, bütün her şey: toprak ve tüm ürünleri, zengin madenler ile dolu yeraltı, insanlar, insanlarımızın tüketim ve üretim güçleri, tüm doğal ve insani kaynaklar... - Sistem, yabancı patronlar bakımından ve tabii ruhunu Faust'un yüzünü kızartacak kadar düşük bir fiyata şeytana satmış olan yerli komisyoncular tarafından son derece akla uygun bir yapıdır. Ama o nlar dışında kalan herkes açısından öylesine akıldışıdır ki; geliştikçe tüm dengesizlikleri, gerilimleri ve çelişkileri de gelişip sivrilmektedir... Bağımlı ve gecikmeli olan düzeniyle, eşitsiz toplum yapısı içinde süregiden sanayileşme, işsizliğin çözümüne yardımcı olacağı yerde daha da yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Yoksulluk artmakta, zenginlik belli noktalara yoğunlaşmaktadır. Sonuç: Kitapta Latin Amerika ülkelerinin Telekom, bankacılık, petrol, tarım gibi ana damarlarını, hatta içme suyu şebekelerini ele geçiren ailelere, şirketlere dair detaylı örnekler bulacak ve her okuduğunuz satırda 'Türkiye'de de böyle oldu ve oluyor' diyeceksiniz. Son söz: Yaşadığımız 'vahşi kapitalizm-küreselleşme-AB'lileşme' süreci Türkiye'yi 'finansal döngü içinde, kısa vadede sıcak para girişi ile büyüyor' gibi gösterse bile, detaya bakınca durum çok açık: Türkiye'nin de damarları kesiliyor... Yerine yeni damarlar bağlanıyor ama bazılarının da anlayamadığı gibi 'o damarlar' bizim değil..
Temelle dursun her zamanki gibi 2 iyi arkadaşDursun yurt dışındayken temel hastalanıyor ve doktora gidiyor doktor temele hastalığından kurtulabilmesi için tek bir yolun olduğunu söylüyor.Temelin hastalıktan kurtulabilmesi için kadın göğsünden süt içmesi gerek. Temelin çevresindeki tek kadında Dursunun karısı Fadime Temel bir gün ölüm korkusuyla gidip her şeyi fadimeye anlatıyorDursunda yokken bana bir yardım et ne olur diyor ve fadime de dayanamayıp kabul ediyorÇıkartıyor göğüslerini temelde başlıyor emmeyearadan 2 dakika geçiyor fadime iyice tahrik oluyor ve temele soruyorFadime : Temel canın başka bişi de istiyorsa çekinme söyle Temel : yok bacım hiç olurmu öyle şey Fadime : Temel eğer istiyosan çekinme Temel : Yok bacım yok Fadime : Bak hiç önemli değil Dursunda yokTemel : O zaman bacım bu böyle gitmiyor yanında birazda Bisküvi alabilirmiyim
Adam, lüks erkek kuaföründe oturmuş bir yandan sakal tıraşı yapılırken bir yandan da elleri manikürlenmektedir.Manikürü yapan sarışın fıstık adamın ilgisini çekmekte gecikmez, "Güzelim, bu gece benimle çıkmaya ne dersin??"Kız gülümser, "Özür dilerim ama ben evliyim.""Boş versene" der adam, "Seninkine telefon et bu gece işin çıktığını eve gelemeyeceğini söyle!""İstersen sen söyle, şu anda seni tıraş ediyor..."
Harun Reşit, savaşta esir aldığı düşman generale -Hayatını bağışlarım ama bir şartım var:Kadınlar hayatta en çok ne ister,budur bilmek istediğim. Bu sorunun yanıtını getir; kurtar kelleni.' der.General sorar soruşturur, bu çetin sorunun yanıtını arar ve Kafdağı'ndaki bir cadının bunu bildiğini öğrenir. Günlerce gecelerce at koşturur, cadıyı arar bulur ve sorar;- Kadınlar hayatta en çok ne ister?'Korkunç cadı, yanıt için öyle bir şart ileri sürer ki yenilir yutulur değil.
'-Evlen benimle, o zaman öğrenirsin istediğini.' Bu ölümcül teklifi, kabul eder General ve doğru yanıtı alır almaz koşar Harun Reşid'e:'-Kadınlar, en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister.' Harun Reşit bizimkinin hayatını bağışlar ya; cadıyla evlenmek için de söz verilmiştir. Evlenirler. O ilk gece; general bir bakar ki o korkunç cadı, dünyalar güzeli bir afete dönüşmüş, karanlık odada.Konuşur cadı:'-Benim kaderim böyle; günün sadece yarısı güzel olabilirim,diğer yarısı ise çirkinim. Ne dersin geceleri seninleyken mi, yoksa gündüzleri dışarıdayken mi güzel olayım? General düşünür ve;'-Sen bilirsin, kararını kendin ver' der; işte o andan itibarenkorkunç cadı sonsuza dek çok güzel bir kadın olarak kalır.'Peki bu öyküden çıkarılacak üç ders nedir?1. Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister. 2. Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın, her zaman güzeldir.3. İster güzel olsun ister çirkin, her kadın aslında bir CADIDIRRRRR....
Gizemli kuru kafa;
Maya dönemine ait 1000 yıllık bu kristal kuru kafa, tek bir blok
kristal üzerine oyma olarak yapılmış. Nasıl yapıldığı hala
anlaşılamayan kuru kafanın altından tutulan ışık, doğrudan göz
çukurundan yansıyor. Bu teknolojinin bugün bile mümkün olmadığı
söyleniyor.
Alüminyumdan kemer tokası;
M.S. 300'lü yıllarda ölen Çinli general Çou Çou'nun mezarında 1956
yılında bulunan kemerin tokası, yüzde 85 oranında alüminyumdan
yapılmış. Ama doğada sadece bileşik olarak bulunan alüminyumun
diğer maddelerden ayrıştırılarak tek bir madde olarak
kullanılabilmesi ilk kez 19. yüzyılda mümkün olmuştu.
Dünyanın en gizemli 5 nesnesi
Focus son sayısında bugünün teknolojisiyle bile üretilmesi ve
açıklanması zor olan gizemli nesnelerden bazılarını tanıttı.
Geleceği gören harita:
Coğrafya ve harita uzmanı ünlü Türk denizci Piri Reis'in 1513'te
çizdiği Afrika, Amerika ve Güney Kutbu'nu gösteren harita, ortaya
çıkarıldığı 1929 yılında ortalığı karıştırdı. Çünkü Güney
Kutbu'nun keşfi, haritanın çizilmesinden çok sonra, yani 1818'de
gerçekleşmişti. Dahası, Piri Reis'in haritası, kıtanın buz altında
kalmış sahil kesimlerini de gösteriyordu. Ancak kıta üzerindeki buzlar,
haritanın çizilmesinden tam 6 bin yıl önce erimişti.
2 bin yıllık pil;
Alman arkeolog Wilhelm Konig tarafından 1938'de Irak'ın başkenti
Bağdat'ın yakınlarında bulunan 2 bin yıllık pil, bilim adamlarını
şaşkına düşürdü. Konig, 13 santimetre boyundaki toprak bir kabin
içine monte edilmiş bir bakir silindir, o nun etrafındaki demir
çubuk ve testinin ağzını kapatan asfalttan oluşan bu nesneyi
"dünyanın en eski pili" olarak tanımladı. Pilin 2 volt enerji
ürettiği saptanırken, 1800'lü yularda modern pili icat eden
Alessandro Volta adlı İtalyan kontunun da şöhretine gölge düştü.
Bir nevi bilgisayar;
1900 yılında Girit açıklarındaki bir batıkta araştırma yapan bilim
Adamları ilginç bir cisme rastladı. Tahta bir muhafazanın içine
yerleştirilmiş bir dizi bronz dişliden oluşan bu garip nesnenin
kasası, yüzeye çıkarıldığı anda dağıldı ve cihazın içindeki
karmaşık yapı ortaya çıktı. Yapılan çalışmaların ardından, bu
aygıtın Ay, Güneş ve diğer gezegenlerin konumlarını hesaplamak ve
istendiği anda bunların pozisyonlarına yönelik tahminlerde
bulunmak için geliştirildiği anlaşıldı.
Büyük İskender bir gün vezirlerini toplamış ve o nlara :
-Ben öldüğümde cenaze merasimimi söylediğim gibi yapın demiş !
Ülkemin dört bir yanından tebaamdan olan insanları çağırın !
Cenazemin önünden askerlerim yürüsünler silahlarıyla,
Cenazemin sağından alimler yürüsünler kitaplarıyla,
Cenazemin solundan zenginler yürüsünler mallarıyla,
Cenazemin arkasından ise fakirler ve garipler yürüsünler gözyaşı ve dualarıyla !..
Sağ elime bir Altın küre verin, sol elimi ise boş bırakın taa ki
Mezara dek, demiş !
Vezirler Büyük İskender'in bu söyledikleri karşısında şaşırmışlar
ve "Bunu bilse bilse Büyük İskender'in hocası Diyogen bilebilir" demişler
ve Diyogen'e sormaya karar vermişler!..
Vezirleri dinleyen Diyogen demiş ki ,
" İskender'in Ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anladım" demiş ve ilave etmiş :- İskender şunu anlatmak istemiş . :
Cenazenin önünden yürüyen askerler ölümüne silahlarıyla dahi engel olamadılar,
Cenazenin sağından yürüyen alimler ölümüne kitaplarıyla dahi engel olamadılar
Cenazenin solundan yürüyen zenginler ölümüne mallarıyla dahi engel olamadılar ve
Cenazenin arkasından yürüyen fakirler ve garipler ölümüne gözyaşı ve dualarıyla dahi engel olamadılar!..
Sağ elindeki altın küre ise bu dünyada sahip olabileceği her şeye sahip olduğunu,
Sol elinin bos olması ise bu dünyadan ELİ BOŞ geldim ELİ BOŞ gidiyorum!... dediğini gösteriyor...
"Kendini sevmek, ömür boyu sürecek bir aşk öyküsünün başlangıcıdır..."
Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş. "Son
tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş. Mutfağı ve yemek yapmayı
bilmeyen delikanlı "Olur" demiş çekine çekine. Baba,ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını
yakmış. "Şimdi,istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana" demiş
oğluna. Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş...
Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına. Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini
üçüncü kaba koymuş. Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu. Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara
yerleştirmiş. Sonra oğluna dönüp sormuş: "Ne görüyorsun?" Oğlu
düşünürken açıklamaya başlamış."Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip
yumuşamış. Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri
katılaşmış. Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler
sonunda da öyleler.. " Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş: "Evlilikte aşk ve
şefkat birlikte olmalıdır. Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu
gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler.
Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de,
şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden
uzaklaşırlar. Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar
ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin
yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar
kaynatılmaya hazır olmaları gibi, o nlar da birbirleriyle baş başa uzun
yıllar geçirmeye isteklidirler.
Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu."Asıl ders bu değil!" dedi baba. Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi. "Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde de bir tat yok " Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı. "İçmek istersin herhalde" dedi. Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü. "Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici. Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi... Çünkü o nlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle
davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı
başarırlar." Kahve taneleri gibi olabileceğiniz bir yaşam
geçirmeniz dileğimle.