Bir matematikçi, bir muhasebeci ve bir ekonomist aynı işe baş vururlar. Görüşmeci matematikçiye sorar:- "iki kere iki kaç eder?". Matematikçi cevap verir:- "Dört!". Görüşmeci sorar:- "Kesin dört mü? Matematikçi kendinden emin cevaplar:- "Evet, kesin dört!"Matematikçi çıkar ve ekonomist odaya girer. Bu sefer görüşmeci aynı soruyu ekonomiste yöneltir. Ekonomist yanıtlar:- "Ortalama dört eder, yüzde 10 aşağıya veya yukarı oynayabilir, ama ortalama dört eder!".Ekonomistte de çıkar, muhasebeci odaya girer, aynı soru 0na da sorulur.Muhasebeci ayağa kalkar, kapıyı kilitler, panjurları indirir ve görüşmeciye yaklaşarak sorar:- "Kaç etsin istersiniz?
Güzel bir bahar gününün sabahynda İETT şöförü garaja gider, otobüsünü çalıştırır ve yola çıkar. Sorunsuz bir şekilde bir duraktan diğerine ilerler. Yolcularını alır, indirir. Derken; durağın birinde iri yarı, güçlü kuvvetli ve oldukça tehlikeli görünüşe sahip bir adam otobüse biner. Şöföre sert bir bakış fırlatır ve, Karagümrüklü bilet atmaz." diyerek arkadaki bir koltuğa geçer ve oturur. Ertesi gün, 0ndan sonraki gün ve hergün aynı şey tekrar olur. Karagümrüklü, aynı sözlerle ve aynı sert bakışlarla bilet atmadan koltuğa geçip oturur. Bu durum otobüs şoföründe kompleks yaratmaya başlar. Hat değiştirme dilekçesi de red edilince son çare olarak bir jimnastik kursuna yazılır. Her akşam devam ettiği kursta; judo, karate, aikido ve benzeri tüm dövüş teknikleri konusunda ihtisas yapar. Yazın sonlarına doğru, kendine güveni olan iyi bir dövüş ustası haline gelmiştir. Kursları bitirdiğinin ertesi günü tekrar otobüsüyle yola çıkar. Uzaktan, Karagümrüklü'nün durakta beklediğini görür. Sinirini gizlemeye çalışırken, dişlerini gıcırdatarak otobüsün kapısını açar.Karagümrüklü otobüse biner, şöföre sert bir bakış fırlatır ve, Karagümrüklü bilet atmaz." diyerek ilerleyecekken tam o sırada, sıkı bir kavgaya hazır olan şöför birden koluna yapışır:- Neden atmıyormuşsun?? Şöföre şaşkınlıkla bakan adam şöyle der: - Karagümrüklü'nün mavi kartı var.
Taksiye binen müşteri şoföre bir şey sormak için hafifçe omuzuna dokunur. Şoför bir çığlık atıp, direksiyonun kontrolünü kaybeder, bir otobüse çarpmak üzere iken direksiyonu kırar, kaldırıma çıkıp, bir vitrinin önünde arabayı durdurur ve arkaya dönüp müşteriye:"Bir daha bunu yapmayın!" diye bağırır. Müşteri ise sakinlikle bir ufacık dokunmanın 0nu bu kadar korkutup sıçratacağını düşünemediğini söyler.Bu arada kendini toparlamış olan şoför, müşteriye dönüp: "Haklısınız, aslında sizin kabahatiniz yok. Bugün benim ilk taksi şoförlüğüm. 25 senedir cenaze arabası şoförüydüm"
Amerika'da adamın biri işine giderken birden anormal bir trafiğin içine düşer, ama trafik bir santim bile kıpırdamamaktadır. Bir süre sonra aracının yan camına birisinin tıkladığını farkeder ve camı açar.- Ne var acaba?- Teröristler Bush'u yakaladılar. Eğer 1 milyar dolar verilmezse, üstüne benzin döküp yakacaklarmış. - Haa şimdi anladım bu trafiği... - Ya işte 0nun için, herkesten biraz yardım topluyoruz. - İnsanlar ne kadar veriyor ortalama olarak? - Valla yaklaşık 5'er litre...
Telefon çalar,A: Kızım benim, hanımı çağırıver sen banaH: Bir dakika efendimH: AloA: Ne oldu kızım, hanım nerede?H: Ay beyfendi nasıl söylesem, hanımefendi yatak odasında biriyleberaber.A: Ne, bir adamla mı?H: Maalesef, beyfendi.A: Ne?!, hem de benim evimde ha! Bana bak kızım, git benim çalışmaodama, aç masamın çekmecesini ordaki tabancayı al, ikisini öldür,emrediyorum sana!H: Beyfendi, ben nasıl yaparım öyle şeyi?A: Yaparsın, bak telefonda bekliyorum, yürü haydiİki el silah sesi duyulur..H: Alo, beyfendiA: Ne yaptın kızım?H: Söylediğiniz gibi silahı aldım, ikisini de öldürdüm efendim. Sonrada silahı havuza attım.A: Ne havuzu?H: Bahçedeki yüzme havuzuna beyfendi, nereye olacak?A: Ulan bizim villada yüzme havuzu yok ki, orası neresi Alooo?
4 tane üniversite öğrencisi, uyanamadıkları için matematikfinaline geç kalırlar ve okula gidince hocaya arabalarının lastiğininpatladığını söylerler... Hoca ilk basta inanmaz ama öğrencilerininyalvarmalarına dayanamayarak, 0nları 3 gün sonra sınav yapacağını söyler.Sınav günü gelince hoca, 4 öğrencinin hepsini bos bir salonun ayrı ayrıköşelerine oturtur.Sınav geçme sistemi şöyledir: 100 üzerinden 50 puan alan herkessınavı geçebilir... Hocanın hazırladığı sınavda ise ön sayfada 10'arpuanlık 4 tane basit matematik sorusu vardır... Bunları kolayca çözerler.Arka sayfada ise 60 puanlık 1 soru vardır: "Hangi lastikpatladı?"
Bilmem sizde benim gibi çocuklarınıza sağladı ğınız imkânları kendi çocukluğ unuzdaki imkânlarınızla kıyaslıyor ve sinirleniyor musunuz? İlkokulu bitirene kadar tek servetim beş-on bilye, bir lastik veya metal çember ve bir sapandı (O da herkesin eline geçmezdi özellikle çember). Bütün gün çemberin pe şinde tabanlarım sızlayana kadar sokak sokak dola şmaktan ne anladığımı hatırlamıyorum ama hava kararıp da yorgunluktan bitap eve geldiğimde son derece mutlu olduğumu çok iyi hatırlıyorum...
Unutmayalım ki çocuklarımıza vereceğimiz en güzel şey, neşeli ve mutlu bir aile ortamıdır. Gecelerini uykusuz geçiren, çocuğu için özel zevklerinden ve tüm hobilerinden vazgeçmiş anne babalarla mutlu bir aile ortamı sağ layabilirmiyiz? Yapılacak şey belli... Tüm dünyanın ezilen anne babaları, çocuk terörüne karşı eyleme geçmenin zamanı geldi geçiyor...
Birleşelim...
Yarından tezi yok önlem alalım...
Yaşamak bizim de hakkımız...
Kemerleri sıkıp, uğra şıyoruz ki sonunda çocuğumuz gene paralı bir okula girsin ve biz de çileye devam edelim... Hâlbuki rahmetli babam, benim daha iyi bir okula gitmem gerekti ğini söyleyen anneme 'Oğ lum akıllı malı nede, oğlum deli malı nede?' şeklinde bir vecize söyleyip kenara çekilmiş ti.
(Günümüz Türkçesiyle: Eğer çocuk akıllı ise zaten ba şarılı olur, yok akıllı değ ilse boşuna uğraşma en iyi okula da gitse adam olmaz) Doğ rusu zaman zaman çocukların bu rahatını ve saltanatlarını kıskanmıyorum dersem yalan olur. Oğ lumun cep telefonu benimkinden yeni model, kızımın çizmesi annesininkinden daha pahalı ve çoğumuz şöyle veya böyle çocuklarımıza imkânlarımızı aş an bir yaşam tarzı sunmaya çalı şıyoruz.
Sabah işe giderken yakınımızdaki devlet okuluna giden çocuklarla karşılaşıyorum. Çoğunun ayağ ında (nedense bağcıkları çözük) tek tip, kocaman, marka bir bot var ve ço ğunun anne babasının o botu almak için çok daha lüzumlu bir harcamayı ertelediklerinden eminim... Üstelik sa ğlanan o kadar imkâna rağmen hala halinden memnun olmayan ve daha fazlasını, yetmedi daha fazlasını isteyen mutsuz çocuklarımız var. (Bundan 40 yıl önce ilk depresyonun görülme yaşı ortalaması 29 yaş iken şimdi 14)
Bir de işin ekonomi boyutu varDoğumla birlikte, çocuğun ihtiyaçları bir daha hiç geriye düşmemek üzere aile bütçesinin en önüne yerleşiyor; çeşit çeşit biberonlar, bebek arabaları, pusetler, kucaklıklar, sırtlıklar, arabaya konan ayrı, arka koltuğa ayrı... Ya çocuk bezlerine ne demeli... Bantlısı bantsızı, sızdıranı sızdırmazı, yumuşağı ipek gibisi... Bizim popomuz popo değ il miydi, altımızda zımpara gibi Amerikan bezleriyle büyüdük, hangimizin popo estetiğinde bir zayıflık var?
İşin garip tarafı bu 'çocuk terörü' belası daha çok bizim ülkeye has bir sorun gibi görülüyor. Amerikalı bir annenin çocuğunun peşinden elinde mama tabağı ile saatlerce gezdiğini duydunuz mu? Yakınımızda oturan Fransız bir aile var, sabah küçük kızlarının okul servisine binme saatinde evlerinin önünden geçiyorum, daha bir gün bile annelerinin pencereye çıkıp arkalarından baktığını görmedim. Bizim paşaların, prenseslerin okul servis törenini ise hepiniz görmüşsünüzdür; kapıdan elinden tutarak çıkarmalar, birlikte karşıya geçirmeler, servise bindirmeler, arkasından gözler yaşlı el sallamalar, öpücük atmalar...
Sanki çocuklarını okula değil de hacca ya da cihada yolluyorlar... Bebeklik, çocukluk derken, aileler arası en büyük mücadele 'çocuğu en iyi okulda okutma' engelli yarışları ile devam ediyor. Şu kurs iyi, bu daha iyi, şundan özel ders, o dershane, bu dershane...
Dr. Murat Kınıkoğlu:
Modern yaşamın başımıza sardığı en büyük dertlerden birisinin 'çocukların anne babalarına uyguladığı terör' olduğuna inanıyorum. Etrafımda (kendim dâhil) bu terörden mustarip pek çok anne baba var. Hele anneler çocukları tarafından öyle bir sıkış tırılıyorlar ki çoğu farkında bile olmadan depresyona giriyor.
Geçenlerde uyku bozukluğu, sabah yorgunlu ğu, endiş e hali ve kolay ağlama şikâyetleri ile gördüğüm hastama 'Sizi üzen, sıkan önemli bir sorununuz mu var?' diye sordu ğumda 'İki küçük çocu ğum var...' diye cevap verdi... Öyle acınacak bir halleri vardı ki anlatamam... Yanındaki kocası da baş ını salladı, iki küçük çocukları var ya 'Depresyona girmek için daha ne olsun doktor bey....' der gibiydiler.
Şurası bir gerçek ki bizim ülkemizde doğ umla birlikte ailenin yaşamı ba ştan aşağı değişerek 'bebeğin rahatını sağlama üzerine kurulu yeni bir dönem başlıyor. Bebeklik dönemi boyunca, anne babanın kendileri için vakit ayırmaları en büyük yasak, en büyük vicdan azabı... Çoğu annede muazzam bir sahiplenme duygusu; televizyonda izlediğimiz Amazon belgesellerindeki yavruları boyunlarına asılı maymunlar gibi nerdeyse çocuklarını hiç kucaklarından indirmeyecekler.
Üç sarışın, detektif olmak üzere polis teşkilatına müracaat etmişler. Yapılması icap eden bir sürü imtihandan birini idare etmek işi Komiser Kâzıma düşmüş. Komiser Kâzım birinci kıza beş saniye müddetle bir dosyadan çıkarttığı bir resmi göstermiş ve; - Söyle kızım bu bir suçlunun resmi, bu adamın bariz ne özelliği var? Bunu ileride nasıl tanırsın?. Kız şöyle bir durmuş ve; - Çok kolay adam tek gözlü. Komiser Kâzım resme bakmış ve; - Kızım bu resim profilden, yani yandan çekilmiş, tabii tek göz göreceksin. Aynı resmi ikinci kıza gösterip aynı suali sormuş ve; - Bana bak diye ilave etmiş, Doğru dürüst bir cevap ver. İkinci kız; - Bu adamı tanımak çok kolay çünkü adamın tek kulağı var. Komiser Kâzım "kızım" diye bağırmış. - Bu resim profilden dedik ya adamın suratının öbür yanını göremiyoruz, 0nun için kaç gözü, kaç kulağı olduğunu bilemeyiz. Kâzım üçüncü kıza; - Kızım lütfen akıllı bir cevap vermeye çalış, beni çıldırtma bu adamın bariz özelliği nedir, bu adamı ileride nasıl tanırsın? diye sormuş. Kız; - Bu adam lens takıyor diye cevap vermiş. Komiser Kâzım şaşkın şaşkın resme bakmış, ama adamın lens takıp takmadığını bir türlü anlayamamış. Merak etmiş, adamın dosyasını açıp okumuş, dosyadaki bilğiye göre hakikaten adam lens takıyormuş. Komiser Kâzım üçüncü kıza hayranlık içinde; - Aferin be kızım doğru bilmişsin, şimdi söyle bakalım bu adamın lens taktığını resimden nasıl anlayabildin?. Kız; - Çok kolay tek gözlü, tek kulaklı bir adamın gözlük takacak hali yok ya...
Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin üstüne yemin etmedi mi? diye sorarsınız kendi kendinize.Sinirlenirsiniz,üzülürsünüz,on beşyaşında bir askeri okul öğrencisi iken her adımda söylediğiniz,beyninize ve yüreğinize nakşettiğiniz sözler geliraklınıza": VATAN, SANA CANIM FEDA"Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası, böyle başlayacak işte vehayatınız böyle devam edecektir. Son nefesinize kadar savaşacaksınızihanetle, her şeye ve herkese rağmen, bu yolda ölene ya da bu ihaneti bitirene kadar.Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen insanların neler yasadığını,neler hissetiğini,size rağmen ve sizin içinneler yaptiklarını, neleryapabileceklerini bilin istiyorum. Okuduğunuz ya da televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır yaşananlar.Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki, minicik karelerde okuduğunuz;"...ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu, birgüvenlik görevlisi yaralandı!" haberi aslında o kadar da kısa değildir..Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına geçerken unuttuğunuz,falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da uyuşturucu komasından ölen oğluna "şehit" deyip Türk bayrağı örten kadının haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu küçük haber, birileriiçin bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktır.Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri, "ne için?" dendiğinde ’’Vatan için" diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen yapmaya devam edeceklerdir.Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen, sizin rahatlığınıza, sizinvicdanlarınıza rağmen bu kahramanca fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar yaşanmaya devam edecektir.Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik örtüsünün payandası kopan bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için akan kanlar, feda edilen canlar, sıcak yuvalarını, babalarının yüzlerini unutan küçücük çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin umurunuzda mi bilmiyorum,ama birileri bunları yaşadı, birileri hala yaşıyor ve emin olun yaşlı dünya döndükçe, Türk vatanı ve Türk Bayrağı içinbirileri daha tum bunları yaşayacak.Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam biçimi bu. Masalarda oturup "aydınca" sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi? Bir an için bile olsa kendinizi 0nların yerine koyasınız diye "siz" diyerekdiyerek yazdım, sizin 0nlardan biri olamayacağınızı biliyorum."Siz" kim misiniz?Siz kendinizi cok iyi biliyorsunuz! Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz."Siz" de bilin ki biz asla unutmayacağız."VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN" Ersin us