FIKRA GiBi OLAY...
Genç adam; Istanbul'dan Ankara'ya otobüs ile giderken, Bolu daginda
verilen molada hemen tuvalete kosturdu. Korkunç sıkışmıştı, Sansına bos
kabin bulup kendini oraya attı...
Tam oturmustu ki yan kabinden bir ses :
"Merhaba" dedi.
Adam saskin saskin "Merhaba" diye cevap verdi..
Ses devam etti :
"Nasilsin...? "
Ilk defa basina boyle bir sey geliyordu... Yine saskin saskin cevap
verdi:
"Sag ol iyiyim...... Sen nasilsin....?"
Ses sordu :
"Ne yapiyorsun...? "
Bir an tereddüt geçirdi. Adam 0nun tuvalette oldugunu bildigi için
mutlaka ne yaptigini da biliyordu. Baska birsey anlatmak istedi ve:
"Ben" dedi "Istanbul'dan gelip, Ankara'ya gidiyorum. Sen nereye
gidiyorsun...?"
Adamin sonraki cümlesi bu muhabbeti sona erdirdi.
"Hayatim, telefonu kapatiyorum. Yandaki tuvalette bir geri zekali var.
Sana sordugum sorulara cevap verip duruyor. Ben seni daha sonra
ararim."
ERKEK:
* 20 yaşında erkek FIAT gibidir. Küçük ama hızlı.
* 20-30 yas arasında PORSCHE gibidir. Hızlı ve konforlu.
* 30-40 arası erkek VOLVO gibidir. Biraz sıkıcı ama teknik olarak
mükemmel.
* 40-50 yas arası erkek OPEL gibidir. Yapabileceginden fazlasını vaat
eder.
* 50-60 arasında ise eski bir FORD gibidir. Harekete geçirmek için
karbüratöre biraz alkol koymak gerekir.
KADIN:
* 15-25 Arasında kadın AFRIKA gibidir. Yarı kesfedilmis,yarı bakir.
* 25-35 yasları arasında AMERIKA gibidir.tamamı kesfedilmis ve
bilimsel olarak mükemmel.
* 35-45 yasları arasında HINDISTAN ve JAPONYA gibidir.Çok atesli,bilge
ve güzel.
* 45-55 arasında kadın FRANSA gibidir. savastan hasarlı çıkmış ama
hala çekicidir.
* 55-60 arasında kadın ALMANYA gibidir.savası kaybetmistir ama umutları
vardır.
* 60-70 arasında kadın RUSYA gibidir. genis sakin ama kimsenin
gitmedigi.
* 70 inden sonra kadın TÜRKIYE gibidir. Şanlı bir geçmis ama gelecek
yok.
AFERİN DENILMEZ MI?
HELAL SANA MICHAEL EFENDI !
Alman ZDF Televizyonun da Thomas Gottschik in sundugu "Bahse Var mısın’’
Adlı yarisma programina basvuran ,Isviçreli Michael Sauser 188 ülkenin
Ulusal Marşını notasiyla birlikte söyleyebilecegini iddia etti.
Yarisma istegi kabul edildi ve yarisma günü Jüri'nin seçtigi bes ülkenin
Ulusal Marsi'nin okunmasi kararlastirildi, secim yapildi ve Marslari
okunacak ülkeler sirayla Çin, Misir, Tayland, Bosna Hersek ve Türkiye idi
Michael Sauser, ilk dört ülkenin Marsini basariyla okuyunca jüri yeterli
bularak yarismayi kazandigini söyledi ve Türk Ulusal Marsi'nin okunmasına
gerek olmadigini söyledi, Ancak Michael Sauser " Hayir mademki Türk
Bayragini da seçtiniz Türk Ulusal Marsini da söylemek istiyorum " dedi.
Bunun üzerine jüri ve yapimci kabul etmek zorunda kaldi, Orkestra
hazirlandigin da Michael Sauser salona dönerek " Yanliz Türk Ulusal Marşı
ayakta dinlenir kalkmanizi rica ediyorum " dedi.
>Katilimcilarin saskin davranislari biraz sonra Michael Sauser' un
ricasini
yerine getirmeye dönüstü ve Michael Sauser o güzel aksaniyla Türk Ulusal
Marsi'ni muhtesem sekilde icra etti.
Öyle 10 kişiye 15 kişiye yollamazsanız hiç bir şey olmaz bu tarz şeyleri
yollayacaksınız ki insanlara, biraz haz duysunlar Türk'lükleri ile
övünsünler...
P.S:Biz bu ülkede İstiklal Marşı'nı söyleyemeyen insanları belediye
başkanı,parti temsilcisi yapıyoruz ya o da bizim ayıbımız...
gecenin bu saatinde gülüyorum, teşekkürler
Dear sir,
>
> We send our company information attached the mail (as pdf). But the cost of
>operation you have foreseen is very low. This may take more expensive. If you send
>drawings of your current product, we can find the real cost including shipping.
> Kind Regards.
>------------------------------------------------------------------------------
> Cevap:
> Sugar brother (şeker kardeşim),
> Be a man for two minutes (iki dakka delikanlı ol). We have you as a man, you
>become Tempra (adam yerine koyduk hemen g.tün kalktı). No need to be artist
>(artisliğin lüzumu yok). We know that this work takes much Money, too (bu işlerin
>çok para tuttuğunu biz de biliyoz). No, why do you creating tension anymore
>subtree (hayır daha ne diye gerginlik yaratıyosun ki dallama?). i eat all of you
>without announcement (alayınızı yerim haberiniz olmaz). Man like monkey (maymun
>gibi adam yahu).
BUGÜN YINE ÇOK GÜZELSIN HAYAT, HER SEYE RAGMEN..
Hayata hiç isyan etmeyin. Öncelikle şunu kabul edin, hayat adil degil. Hiçbirimiz, hiçbir canli eşit yaratilmadi. Başimiza gelenler de eşit degil. Önce hayatin adil olmadigini kabul etmelisiniz. Işine akil erdirebildiginiz bir Tanri, Tanri degildir. "Guguk Kuşu" filminde Jack Nicholson akil hastanesinde çok agir bir mermer havuzu kaldirabilecegine dair diger hastalarla iddiaya girer. Yüklenir ve havuzu kaldirmaya çalişir, kaldiramaz. Diger hastalar 0nunla alay ederken bir şey söyler: "Ben en azindan denedim". Siz gerçekten denediniz mi? Yoksa pencereden hayati mi seyrediyorsunuz? Hayata Windows 98'den, Sony 72 ekrandan mi bakiyorsunuz? Oysa hayat hepimizin avuçlarinin içinde, Kiminin nasir tutmuş parmaklarinda, Kiminin boyalanmiş ellerinde, Kiminin gömleginde ki ter kokusunda , Ama hayat her zaman avuçlarimizin içinde. Nasil istersek, neye karar verirsek hayat orada var. Güneş, her sabah yeniden doguyor, Gün, her şafakta nice umutlara gebe şekilde agariyor ve siz, Eger isterseniz hayati bir ucundan yakalama şansina sahipsiniz. Yeter ki gülümseyin Yeter ki bu gün benim günüm diyerek kalkin yataginizdan...
Bu iletiyi içinizdeki çocuktan uzak tutunuz. Zira, siz bu iletiyi okuduktan sonra içinizdeki çocuk, özgürlügüne kavusmak isteyip basiniza dert açabilir. Bu iletiyi yazan ve/veya size gönderen kisiyi, mümkünse kalbinizin derinliklerinde bir yerde muhafaza ediniz. Bu dünyadaki varliginizin, dostlarinizin var olmasina bagli oldugunu, Bazen bir çiçek yada küçük bir tatli sözle bile kirik bir kalp tamirinin mümkün oldugunu, Özür dilemenin, tesekkür etmenin ve sükretmenin "ERDEM" oldugunu, Bu iletiyi gönderen kisinin, hiç tanismiyor olsaniz bile sizi çok sevdigini, asla unutmayiniz. Ve Her sabah uyandiginizda "BUGÜN YINE ÇOK GÜZELSIN HAYAT, HER SEYE RAGMEN..." demeyi ihmal etmeyiniz.
Ileri derecede hasta iki adam ayni hastane odasindaydilar. Adamlardan birinin her ögleden sonra 1 saatligine oturmasina izin veriliyordu, cigerlerindeki suyun süzülmesi için. Bu hastanin yatagi odadaki tek pencerenin tam yanindaydi. diger hasta ise hep sirtüstü yatmak zorundaydi. Bu iki hastasaatlerce birbiriyle konusur, eslerini, ailelerini, evlerini, islerini, askerlik anilarini, tatilde gittikleri yerleri anlatirlardi birbirlerine. Pencerenin yanindaki hasta, her ögleden sonra oturmasina izin verdiklerisaati diger hastaya pencereden görebildiklerini anlatarak geçiriyordu. diger hasta hep bir sonraki günü iple çekmeye basladi, disaridaki renkli ve hareketli dünyayi dinlemek için. Pencere, içinde çok güzel bir gol olan parka bakiyordu. Ördekler ve kugular golde yüzerken çocuklar model bot'larini suda yüzdürüyorlardi. Genç asiklar, gökkusaginin tüm renklerindeki çiçeklerin arasinda kol kola dolasiyorlardi. Ulu agaçlar etrafi süslüyor, uzaktan sehrin silueti görünebiliyordu. Pencere kenarindaki adam bunlari muhtesem bir detayla anlatirken, odanin diger ucunda yatan adam gözlerini kapar vebu muhtesem manzarayi hayalinde canlandirirdi. Sicak bir ögleden sonra, pencerenin yanindaki adam geçmekte olan bir senlik alayini tarif etti. diger adam bando seslerini duyamasa bile hayalinde canlandirabiliyordu, pencere kenarindaki adamin tasviriyle. Günler ve haftalar geçti.Bir sabah banyo yaptirmak için su getiren gündüzcü hemsire pencere kenarinda yatan hastanin cansiz bedeniyle karsilasti: uykusunda, huzur içinde ölmüstü. Hüzünlendi, hastane görevlilerini cesedi disari tasimalari için çagirdi. Uygun zaman geçtigine kanaat getirir getirmez, diger hastapencerenin kenarindaki yataga tasinmasinin mümkün olup olamayacagini sordu. hemsire memnuniyetle istegini yerine getirdi, hastanin rahat oldugundan emin olduktan sonra 0nu yalniz birakti. Yavasça, duydugu aciya aldirmadan, bir dirsegine yaslanarak disaridaki dünyaya bakmak üzere yatagindan dogruldu adam. Sonunda, disariyi kendi gözleriyle görme zevkini yasayabilecekti. Pencereden disari bakabilmek için Yavasça dönmeye zorladi kendisini. Pencere, bos bir duvara bakiyordu. Adam hemsireye, vefat eden oda arkadasinin pencerenin disinda görünen harika seylerden bahsetmesine sebep olan seyin olabilecegi sordu. Hemsirenin cevabi, ölen adamin köroldugu ve pencerenin önündeki duvari görmedigiydi. "Sanirim seni cesaretlendirmek istedi" dedi.Epilog: diger insanlari mutlu etmek çok büyük mutluluk getirir, kendi durumunuz ne olursa olsun. Paylasilan dertler yarisi kadar üzüntü verir, Paylasilan mutluluklar ise iki kati artar. Kendinizi zengin hissetmek istiyorsaniz, sahip oldugunuz ve paranin satin alamayacagi her seyi sayin. Bu gün bize bir hediyedir. Bu yazinin kaynagi bilinmiyor, fakat okuyan herkese mutluluk getirecektir. Mektubu elinizde tutmayin. Iyi sans dilediginiz tüm arkadaslariniza iletin.
Geçen yıl Amerika’daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü
kaldğını. Buna dayanamıyacağını, hep söylediğin gibi 0nunla birlikte ölmek isteyeceğini
biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi.
Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı.Oysa ilk
karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bi ev tutmuştu.Tedavi görüyor ve kurtulacağına
inanıyordu ama olmadı.Gece fenalaşmış,bakıcısı beni aradı,son anda yetiştim.
Sana bu kutuyu vermemi istedi.’ Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu
kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl
edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda.
İlk kağıtta, "Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem’ diyordu..
Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim’,
"Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim’
Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni istiyorum’
"Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar
olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı;
"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla
kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...."
İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa
geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp
gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni’
diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle...
İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına
kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın.
Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız
kaldığında, 0nu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın
yerini, en az 0nun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu.
Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının
derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı.
Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen, buraya ne yüzle
geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "Lütfen, içeri girmeme
izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın.
Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:
"Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü.
Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık’
Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu
adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.
Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir
tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor,
konuşmaktan kaçınıyordu. 0nu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve
çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı:
"Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor.Sen en iyisi o evi unut.’
Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir.
Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için
yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil
döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer
değiştirmişti sanki. 0na ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu, kadın
her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...
Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği
arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım’
diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki
restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş
biniyorlar arabaya...."
"Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın
Oncayıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti
o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının
sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı
genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına
nasıl sarıldığını gördü adamın...
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen 0na
sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi.
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,
"Bir tanem,
kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında başka bir
not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın
unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları
okuya okuya
koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en
sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı...
Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....
Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa
olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı
yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler.
Adam ,hastaneden
ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık
bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla
beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev
gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne dersin, bu evi
alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız.
Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet
edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "Sen istersin de ben hiç hayır
diyebilirmiyim?" diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp
kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı.
BU KADAR SEVEBİLİR MİSİNİZ ?
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta
okuyordu, öbürü mimarlıkta
O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir
kere daha
karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı
otobüse bindiler.
Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti
bulmaları biraz
zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri
semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan
binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için,
her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa,onların
durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu.. Bazen
işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri
ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de
ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman
aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı
için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğruna
bitip-tükeniveren sevgilerden değildi 0nlarınki... Günler günleri, yıllar yılları
kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının
olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca
"bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur’ diyerek
devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler.
"Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adama
"Hayır, ben
senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...
British Airways da olmus gerçek hikaye.
50li yaslarinda beyaz bir kadinin koltugu zenci bir adamin yanına
verilmistir. Yasli kadin bu durumdan çok rahatsiz olmustur ve Hostesi
çagirir.
Hostes: "Buyrun hanimefendi?" diye sorar.
Kadin: "Bunu farketmemis olmalisiniz?" diye cevaplar "Beni bir zencinin
yanina yerlestirmissiniz. Bu gibi pisliklerin yaninda oturmayi asla kabül
edemem. Bana alternatif bir koltuk bulun lütfen"
Hostes: "Sakin olun lütfen" diye cevaplar. "Bu uçustaki hemen
hemen bütün
yerler dolu. Ben baska bir bos yer olup olmadigina hemen bakayım.’’
Hostes gider ve birkaç dakika sonra geri gelir:
"Hanimefendi, daha öncede
söyledigim gibi ekonomik sinifta hiç bos yer yok. Kaptanla
konustum, ve bana
ticari sinifta da hiç bos yer olmadigini belirtti. Bununla beraber,hala
Birinci sinifta bir tane bos koltugumuz mevcut. "
Kadin birsey söyleyemeden Hostes devam eder: "Sirketimiz için ekonomi
sinifindan bir yolcuyu birinci sinifa yerlestirmek hiç te olağan
bir şey degil. Ve fakat, bu kosullar altinda, kaptan, birinin çook
iğrenç birinin yanina oturtulmasinin bir skandala yol açabilecegini
söyledi." ve
zenciye dönerek: "Beyefendi, eger isterseniz, lütfen
Eşyalarinizi toplayın
ve benimle gelin, birinci sinifta bir koltuk sizin için
beklemektedir."
>- Sarışına kazaların %90'inin evde olduğunu söylerseniz ne yapar?
>Taşınır.
> Sarışın pizza ısmarlar. Pizzacı sorar: "6 parçaya mı böleyim, 8
>parçaya mı? " Sarışın "6'ya böl", der, "sekiz parçayı bitiremem".
>- Sarışının en çok söylediği cümle nedir?
>"Ay bilemiyorum..."
>- Zeki bir sarışın nedir?
Çelişki.
>- Bir sarışının bilgisayarda yazı yazdığı nerden anlaşılır?
>Monitöre sürdügü Tipp-Ex'ten.
>- Bir sarışını susturmak için ne yapmalı?
>"Ne düşünüyorsun?" diye sormalı.
>- Sarışının gözlerinin parlaması için ne yapmalı?
>Kulagına fener tutmali.
>- Sarışınlar neden muz yiyemez?
>Fermuarı bulamadıkları için.
>- Faksın bir sarışın tarafından yollandığını nasıl anlarsınız?
>Üstündeki puldan.
>- Aynanın karşısında gözlerini kapatmış duran sarışın ne yapıyor?
>Uyurken nasıl göründüğüne bakıyor.
>- Sarışın neden üçüncüden sonra çocuk yapmamış?
>Her dört çocuktan birinin Çinli olduğunu duyduğu için.
>- Sarisinlarin memeleri neden sarkmaz?
>Kafalarindaki bosluk vakum yaptigi için.
Bir sarışını bütün gün nasıl oyalarsınız ?
>Yuvarlak bir odada, gidip köşede oturmasını söyleyerek.
>-Bir sarışını saatlerce nasıl oyalarsınız ?
>Eline iki tarafına da " Ters çevir " yazılı bir kağıt tutuşturarak.
>-Bir sarışının Cumartesi günü gülmesini nasıl sağlarsınız ?
>Çarşamba günü bir espri yaparak.
>-Bir sarışın niye iki saat boyunca portakal suyu kutusuna bakar?
>Üzerinde " konsantre " yazdığı için.
>-Bir sarışının fikrini nasıl değiştirirsiniz ?
>Kulağına üfleyerek.
>-Bir sarışının bir başka sarışının kulağına üflemesine ne denir ?
>Bilgi transferi
>-Bira şişesi ile sarışının ortak özelliği nedir ?
>İkisinin de boyun kısmından yukarısı boştur.
>-Kömürlükteki iskelete ne denir ?
>Gecen yılın sarışınlar arası Saklambaç Turnuvası Şampiyonu.
>-Zekasının yüzde 90'ını kaybetmiş sarışına ne denir ?
>Boşanmış .
>-Kaç sarışınla elektrik akımı oluşturulabilir ?
>iki. Biri küvete girer, diğeri saç kurutma makinesini uzatır.
>Sarısınlar neden "11" rakamını yazamaz?
>Hangi 1'i önce yazması gerektiğini bilmediği için.