>>>Konu : matematik dünyası
>>>
>>> Bu garip sayı... Bir garip sayı: 12345679 ama 8'i gezmeye
gitmis...
>>>12345679, bu sayının tek başına hiç bir özelliği yok. Ama 9 ve 9'un
katları
katları ile çarptığınız zaman bakın ortaya nasıl
>>>ilginç bir sonuç çıkıyor.
>>>Matematikteki şu uyuma bakar mısınız? Şiir gibi.
>>>12 345 679 x 9 = 111 111 111
>>>12 345 679 x 18 = 222 222 222
>>>12 345 679 x 27 = 333 333 333
>>>12 345 679 x 36 = 444 444 444
>>>12 345 679 x 45 = 555 555 555
>>>12 345 679 x 54 = 666 666 666
>>>12 345 679 x 63 = 777 777 777
>>>12 345 679 x 72 = 888 888 888
>>>12 345 679 x 81 = 999 999 999 veeee
>>>12 345 679 x 999 999 999 = 12 345 678 987 654 321
Kahvaltı kadınları...Erkekler akşam yemeğe çıkartacak kadın ararlar...Kadınlar, akşam yattıktan sonra sabah kahvaltı edecek erkekleri...Erkek akşama ve geceye odakladır...Akşam yemeğe çıkartacağı güzel kadınla samimiyeti artırmayı umar... Oradan başka bir eğlence mekanına gitmeyi tasarlar...Hoş başlayan yemeğin romantik devamından medet umar...Eğlence mekanın alkollü arsızlığından gecenin devamını arar...Bulursa rahatlar...Her halükarda, noktayı gece uykuya dalarken koyar... Erkeğin nokta koyduğu yerde kadın hayatı yeni başlar...Kadının arayışı esasen, erkek uykuya daldıktan sonra başlar...Akşam yemeği, ilk gece için hoş olsa da etkili değildir...Gidilen eğlence mekanı, zevkli olsa da belirleyeci değildir... Belirleyci olan sabah kalkıldığında ne durumda olunacağıdır...Akşamki beraberlik beraberlik değildir...Esas sabah kalktıktan sonra beraberlik varsa, 0nun adıberaberliktir...İlk akşam yenilen yemek yemek değildir... Sabah edilecek kahvaltı kadın için ilk yemektir...Her kadın, her halükarda ve mutlaka bir kahvaltı kadını olmayıarzular...Vücudunun değil, kendi değerinin bilinmesini ister...Sadece erkekliği değil, erkek adamı uyandırmayı düşler... Ön sevişme diye adlandırdığı akşam yemeğini değil, sevişme sonrasıkahvaltıyı arzular...Flörtü sevse de, sevgiyi arar...Kadınlığından gurur duysa da esasen aşkı arar...Özgür birliktelikleri savunsa da, ait olacağı adamı arar... İlk akşam yemekte ses etmese de, kahvaltıyı umar...Erkek duyarsızlıkları yoğun aşk durumları dışında, kadınkahvaltısını anlamaz... Sabah nemrutluğu, akşamki özenin tersidir...Verilen sözler sabah unutulmuştur... Gece fethedilen dünyalar, sabah kaderlerine bırakılmıştır...Paylaşılan kalpler yalnızlığa terkedilmiştir...Kadın için sevgi çokça yerini yeni bir öksüzlüğe bırakmıştır...Erkek için hayat normal ritmine dönmüştür... Çoğu zaman böyledir ve böyle olacaktır...Çoğu zaman böyle olduğu ve böyle olacağı için, kadın kahvaltılıbirliktelikler ister...Erkek geceye noktayı koymuş ve uyumuşken, kadın virgülü koymuş vedüşünmeye başlamıştır... Kadın için gecenin nasıl geçtiği gece belli olmaz...Sabah belli olur...Her zaman sabah kahvaltısı yapılmasa da, kahvaltılı birlikteliklermüthiş güzeldirler...Vücutlarını paylaşanların, birbirlerini paylaşması önemlidir. Ruhu güzelleştirir, sakinleştirir, dinginleştirir...İnsana insan olduğunu hissettirir...Hayvanlardan ayrı olduğunu özümsettirir...Bunu bilmeyenlere hanzo denir...Yüzüne söylenmese de arkasından söylenir... Akşam yemekler davetlerinin çokluğu kadınlara dişi olduklarınıhissetirir...Mutlaka gereklidir...Sabah kahvaltıları ise, kadınlara kadın olduklarını özümsetir...Gerekli olmanın ötesinde gereksinimdir... Olmaması büyük eksikliktir.Kahvaltısız kadınlar o eksikliği erkeğe mutlaka hissetirir..Akşamın güzelliği sabahki kahvaltanının içindedir...Kahvaltı birlikteliktir...Sürekli olmasa da paylaşılan bir güzelliktir... Kadınlar kahvaltılı olmalıdır.Kahvaltısız bırakılmamalıdır...Sabahlarını çokça kahvaltısız geçiren bu satırların yazarı içinbile, bu durum değişmeyecektir...Hayata ilk defa giren kadınlar mutlaka kahvaltılı olacaktır...
* ingilizler 25 dakika sevişiyorlar.. ama hızlanan bir tempoyla işi
sert bir şekilde sonuçlandırıyorlar..
* fransızlar 2 saat sevişiyorlar.. bunun ilk 1 saat 15 dakikalık
bölümü ön sevişme ve çeşitli aşk oyunlarından ibaret.. romantizme büyük
önem veriliyor çiftler arasında..
* türkler'de süre ise 3 saat 5 dakika.. 3 saat dil döktükten sonra
hatun ikna olursa 5 dakikada allah ne verdiyse
Elçin Bayer bir okuyucu mektubunu aktarıyor:>>> >>"GEÇEN hafta bir arkadaşımın babaannesinin cenaze töreninde aklıma >>>geldi;>>> >>Acaba insanlar tabutu örten yeşil örtüdeki Arapça yazının ne anlama>>> >>geldiğini biliyorlar mı? Bunu sordugum 60 yaş üzerindeki insanlardan>>> >>"Allah rahmet eylesin diye yazıyordur herhalde", >>> >>"Ben hocamıyım, hocaya sor",>>> >>"Dua olması lazım",>>> >>"Bu fetvaya girer, ancak hocalar söyler",>>> >>"Tövbe estagfurullah", >>> >>"Bilmiyorum">>> >>gibi farklı yanıtlar aldım.>>> >>İnsanların en az yüzde 95'i bu Arapça yazının ne anlama geldiğini>>> >>bilmiyor. >>> >>Sonra bir de gençlere sorayım dedim ve liseli bir öğrenciden aldığım>>>yanıt>>> >>"Arabistan Havayolları hayırlı yolculuklar diler" oldu.
Delikanlı Bilgisayarcı, silmek istediği bir dosyayı shift +del
kombinasyonu
ile siler,geri dönüşüm kutusu kullanmaz,tükürdüğünü yalamaz.
Delikanlı Bilgisayarcı, Windows gezgini kullanmaz,aradığı dosyayı
anında
bulur!
Delikanlı bilgisayarcı, IP numarasını gizlemez.
Delikanlı Bilgisayarcı, WindowsXP'de bir hata olduğunda hata raporu
göndermez, ispiyonculuktan hoşlanmaz. Hoşgörülüdür.
Delikanlı Bilgisayarcı, MS Office yardımcısı kullanmaz.
Delikanlı Bilgisayarcı, yardım menüsünü de kullanmaz.İhtiyacı olmaz.
Delikanlı Bilgisayarcı, Windows'taki Pinball oyununu uninstall
eder.Oyun
bile olsa toplarla işi olmaz!
Delikanlı bilgisayarcı, IMAC gibi renkli cicili-bicili bilgisayar
kullanmaz.
Delikanlı Bilgisayarcı, bilgisayarını sleep modunda
bırakmaz,bilgisayarı her
daim hazır ve nazırdır.
Delikanlı bilgisayarcı, bilgisayarcı kültürüne saygı gösterir:
Örneğin : "tek rakibim AMD" , "rahmetli de X386ydı ", "bir sana
hasretim,birde 3 Ghz cpu hızına", " Windows'un ustasıyım Linux'un
hastasıyım" vb..
Delikanlı Bilgisayarcı, görev zamanlayıcı kullanmaz, kafasına estiğinde
defrag yapar.
Delikanlı Bilgisayarcı Memik Yanık gibi şahsiyetlerle muhattap olmaz.
Delikanlı bilgisayarcı monitörünün üstüne meraklı ördek,kuş böcük vb.
materyaller koymaz.
BİR GÜN ANLARSINUykuların kaçar geceleriBir türlü sabah olmayı bilmezDikilir gözlerin tavanda bir noktayaDeli eden bir uğultudur başlar kulaklarındaNe çarşaf halden anlar, ne yastıkGirmez pencerelerden beklediğin aydınlık Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsınOnun unutamadığın hayaliSigaradan derin bir nefes çekmişcesine dolar içineSevmek neymiş bir gün anlarsınBir gün anlarsın aslında herşeyin boş olduğunuŞerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin Gün gelirde sesini bir kerecik duymak içinVurursun başını soğuk taş duvarlaraBüyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığınDuyarsınTa derinden acısını çaresiz kalmışlığınSevmek neymiş bir gün anlarsınBir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerininNiçin yaratıldığınıBu iğrenç dünyaya neden geldiğiniUzun uzun seyredersin de aynalarda güzelliğiniBoşuna geçip giden yıllarına yanarsınDolar gözlerin için burkulur Sevmek neymiş bir gün anlarsınBir gün anlarsın sevilen dudaklarınSevilen gözlerin erişilmezliğiniO hiç beklenmeyen saat geldi miDüşer saçların önüne ama bembeyazUzanır gökyüzüne ellerinAma çaresiz Ama yorgunAma bitkinBir zaman geçmiş günlerin uykusuna dalarsınSonra dizilir birbiri ardınca gerçekler acıSevmek neymiş bir gün anlarsınBir gün anlarsın hayal kurmayıBeklemeyiÜmit etmeyi Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelirBütün vücudunu saran o korkunç geceyiLanet edersin yaşadığınaMaziden ne kalmışsa yırtar atarsınO zaman bir çiçek büyür kabrimde kendiliğindenSeni sevdiğimi bir gün anlarsın. Ümit Yaşar Oğuzcan
Esra Ceyhan’ın programında da böyle anlardan çok yaşanmıştır şöyle ki, yeni piyasaya çıkmış birini konuk etmiştir. Esra Hanım, sohbet eder. Esra Hanım her zamanki gibi başlar yağcılığa. -Kasetiniz çok güzel olmuş geçen hafta aldım evde arabada her yerde dinliyorum-demesi üzerine yeni şarkıcı -Kasetim daha çıkmadı, haftaya çıkacak-deyiverir.——Müslüm Gürses filminden bir sahne; Müslüm Gürses kadını kollarından tutmuş sarsa sarsa sormaktadır;Müslüm: Seviyor musun?Kadın: Hayır!!Müslüm: Seviyor musun?!!!!Kadın: Hayırrr!!!!!!!Müslüm: Seviyor musuunnn!!!!!!!!Kadın: Evet!!Müslüm: Yalan!!! (deyip kadına bir tokat atar).————————Sokakta kurban kesen insanlarla röportaj yapan NTV muhabirinin bir vatandaşımızla yaşadığı diyalog:- Burada sağlık açısından elverişsiz koşularda beklettiğiniz bu etleri yemeyi düşünüyor musunuz?- Yok, bacım, eşe dosta dağıtacağız.—————————Reha Muhtar’ın tavanda yürüyen sirk cambazı ile konuşurken ekranda kendi görüntüsünü ters çevirmesi ve röportajı 2-3 dakika boyunca başaşağı yapması—————————Mustafa Denizli’nin atv’de Bizim Stadyum’u sunduğu dönemde hakemliği yeni bırakan Erman Toroğlu’nu anons ederken “Tartışmasız Türkiye’nin en büyük düdüğü” demesi Erman Toroğlu’nun afallaması.—————————Bir Cevizkabuğu programı, konuk Zekeriya BeyazZB: Şimdi, Sayın Cevizkabuğu...HC: Cevizoğlu efendim.—————————Reha muhtar telefondaki adama fırça atıyor.- Bütün bunları nasıl yaptın ha? Cevap ver??- Bakın efendim şöyle izah edeyim...- Sus konuşma hâlâ utanmadan izah ediyorsun... Cevap versene?—————————Arena’da Uğur Dündar’ın fırın sahibine “Bakın beyfendi tavanı yok buranın, pislik götürüyor burayı, bu böcekler nereden geliyor peki temizse?” diye sorduğunda “Bu böcek nerden geliyor biliyor musunuz Uğur Bey siz eğitimli insanlarsınız bu böcek ülkemize ilk kez Afrika’dan muzun içinde geldi” diye cevap vermesi.————————— Reha Muhtar: Kaza nasıl oldu anlatır mısınız?Mağdur (kaza sonrası yatakta yatmaktadır): Kamyon karşı yoldan bizim taraf geçti ve kafadan çarptı.RM: Peki o sırada ne düşündünüz?Mağdur: Valla pek bir şey düşünmedik Reha Bey.RM: Anlıyorum ama o sırada düşündüğünüz ilk şey neydi?Mağdur: Bir şey düşünmedik, zaten çok kısa sürede oldu.RM: Yani efendim, o orta şeridi aşıp üstünüze gelirken, aklınıza ne geldi?Mağdur: Hatırlamıyorum.RM: Peki efendim.————————— CNN Türk’te Çiğdem ANAT’ın “Ajans 13.00”te yayına girdiklerini fark etmeyerek, yönetmenin “Sen mi gircen yoksa Ankara mı?” demesine ANAT’ın “S.....t et Ankara’yı şimdi” demesi ve bunun yayın anının ilk girişinde ekrana çınlaması...
Kutuyu Selim Beyin masasına bırakıp çıktı.
Selim bey yerinden kalkıp kutuyu alarak Mehmet Beye uzattı.
'Buyurun, yıllarca size vermek istediğimiz emanetiniz.' dedi. Mehmet Bey bilinmez duygular
içerisinde kutuyu açtı. İçinden kadife bir kese çıktı. Keseyi açıp içini
kutuya boşalttığında merakı iyiden iyiye arttı.
Keseden birkaç tane cumhuriyet altını ile bir not çıkmıştı. Mehmet Bey hassasiyetle katlanmış kâğıdı açıp okumaya başladı.
Sevgili Mehmet Bey oğlum,
Bazen istediğimizi yaparız, çoğu zaman da mecbur olduğumuzu... Tahsil hayatınız boyunca size burs vermeyi taahhüt etmiştim. Ancak eğitiminizin son altı ayında size burs verme imkânını bulamadım. Bir müddet sonra imkânlarıma yeniden kavuştum; lâkin bu sefer de size ulaşamadım. Dolayısıyla size borçlandım ve borçlu kaldım. Eğer böyle bir borcu gözyaşı ve ızdırapla ödemek mümkün olsaydı, ben bu borcu fazlasıyla ödemiş olurdum.
Zira sevgili oğlum, bu altı aylık zaman diliminde bursunu verememenin ızdırabıyla kaç gece ağladım. Her neyse, bursunuzu tarihlerindeki değeriyle altına çevirdim. Bu altınlar sizindir. Bunlar elinize ulaştığında, borçlarımın tamamını ödemiş olacağım.
Sevgilerimle, Nazif Cebeci.
Mehmet Bey neye uğradığını şaşırmıştı.
Bu büyük insanın yüceliği karşısında bir çocuk gibi yalnızca ağlıyor, ağlıyordu. Selim Bey de bir hayli duygulanmıştı. 0nun da yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Bir ara yaşlı gözlerle babasının siyah-beyaz portresine baktı. Kendisine yıllarca hüzünle bakan gözleri, bu sefer sevinçle bakıyor gibiydi.
Bu gözyaşlarıyla, bir çift çorabın alâkasını kurmaya çalışırken babam, beklemediğimiz bir şey yaptı.
Çorabı burnuna götürdü, kokladı, kokladı.
Arkasından hıçkırarak ağlamaya başladı.
Hepimiz şok olmuştuk, tek kelime bile söylemeden bekledik.
Babam nihayet kendisini topladı ve 'Bir zaman önce, büyük bir borcun altına girmiştim.
Borcumu ödeme niyetiyle yeniden çalışmaya başladığım zaman kendi kendime
'bütün kazancım, borçlarımı ödeyinceye kadar alacaklılarımın hakkıdır. 0nların hakkını vermeden ayağıma bir çorap almak bile bana haram olsun.' demiştim. Bugün ise, Allah'ın yardımıyla, borcumu bitirdim.
Artık kimseye tek kuruş borcum kalmadı." dedi. Sonra gözyaşları içinde ayağındaki çorapları çıkarıp yeni çoraplarını giydi. Ben de o eski çorapları hem aziz bir baba yadigârı, hem de bir ibret
nişanesi olarak sakladım. Bu çoraplar her gün bana: 'Paralarını ödeyinceye kadar bütün kazancım
alacaklılarının hakkıdır.' diyor".
Selim Beyin bakışları bilinmez âlemlere dalarken o,nemlenen gözlerini kuruladı, sonra dönüp duvardaki siyah-beyaz fotografa hayran hayran baktı.
"Babanız sandığımdan da büyükmüş Selim Bey. Ben olsaydım
öyle müreffeh bir hayattan sonra anlattığınız gibi bir darlıkta, herhalde çıldırırdım." Selim Beye döndü ve "Siz ne yapardınız?" diye sordu. Selim Bey kendisine has tebessümü ile: "Bir müddet zeytin yerdim, sonra..."dedi ve gülümsedi.
O sırada kapı çalındı, biraz önceki beyefendi elinde bir Kutuyla içeriye girdi.
İsyan dolu bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Bir an bana ızdırapla baktıktan sonra, yanıma geldi.
Bir şey söylemesine fırsat vermeden, kızgın aynı zamanda nazlı bir tavırla,
'Yoruldum.' dedim. Babam oldukça sakin bir şekilde: 'Bir müddet yürüyeceğiz, sonra
alışacağız.' dedi.
Babam her sabah erkenden çıkıyor, geç saatlerde ancak
dönüyordu. Döndüğünde ise küçük odaya çekiliyor, bazen saatlerce orada kalıyordu. Çoğu zaman buradan gözyaşları içerisinde çıktığını görüyordum. Bir
gün, merakıma yenilip babamınküçük odasına girdim. Yerde bir seccade, seccadenin üzerinde de bir tespih vardı. Duvarda ise Arapça bir
ibarenin altında şu yazı vardı: 'Allah borcunu ödeme niyetinde olanın kefilidir.'
Babamın dediği gibi oldu, zor da olsa zamanla alıştık. Bu
hal birkaç yıl sürdü.
Bir gün babam eve çok farklı bir yüz ifadesiyle geldi.
Ağlamaklı bir yüz ifadesi vardı. Her birimize bir paket getirmişti.
Köşkten ayrıldığımız günden beri ilk defa paketlerle eve geliyordu. Bizi bir araya topladı.
'Bugün, benim için ne mânâya geliyor biliyormusunuz?' dedi, kelimeleri boğazına düğümlendi, gözlerine yaşlar hücum etti. Sözlerini kesmek zorunda kaldı. Her birimize hediyelerimizi teker
teker verdi ve bizi ayrı ayrı kucaklayıp yanaklarımızdan öptü, kendisi de bir koltuğa oturdu.
Cebinden gazeteye sarılı bir şey çıkardı. O sırada da ağlıyordu. Hepimiz şaşkınlık içinde babama bakıyorduk. Gazeteyi açtı, içinden bir çift yeni çorap çıkardı.
Selim Bey kendisine has bir gülüş ile misafirine baktı, derin bir nefes alarak
"Malumunuz, babam varlıklı bir insandı. Oldukça iyi bir hayatımız
vardı. Sonra ne olduysa her şeyimizi kaybettik. O zenginlikten geriye hiçbir şey kalmadı.
Köşkümüzdeki hizmetçiler de gitti. Yemekleri artık annem yapıyordu.
Hatırlıyorum da bir sabah, kahvaltıya sadece zeytin koyabilmişti. O zengin kahvaltılarımıza bedel, yalnızca zeytin... Şaşkınlık içinde, 'Başka bir şey yok mu?' diye sormuştum. Bu soru
karşısında annemin hüngür hüngür ağlayışı gözümün önünden hiç gitmiyor.
Annemin ağlayışına mukabil babam: 'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra…’ dedi ve durdu,
güçlü bakışlarını üzerimizde gezdirdi,'Alışacağız.'dedi.
Ve iştahla bir zeytin alıp ağzına attı. Birkaç gün sonra haciz memurları gelip köşkümüzü de
elimizden aldılar. Kenar bir mahallede küçük, eski bir eve taşındık. Doğru dürüst bir eşyamız da
kalmamıştı. Annem bezgin bir sesle:'Bu evde hiçbir şey yok! Burada nasıl yaşayacağız.' Diye haykırdı.Bunun üzerine
babam;'Bir müddet sabredeceğiz, sonra alışacağız.' dedi
Gittiğim özel okuldan ayrılmış, bir devlet okuluna
yazılmıştım. Sabahleyin okula servisle gitmeyi umarken, babam elimden tuttu, 'Bu ilk günün, okula beraber gideceğiz.' dedi. Yürümeye başladık.
Okul oldukça uzak gelmişti bana, yorulup geride kaldığımı hatırlıyorum.Babam kim bilir
hangi düşüncelere dalmıştı. Geride kaldığımı fark etmemişti. Biraz
Mehmet Bey yurt dışındaki tahsilinden, araştırmalarından ve yirmi üç yıl boyunca her yıl büyüyen
memleket hasretinden bahsetti. Sonra Nazif Beyin duvardaki portresini göstererek, ‘Bu günlerimi
şu büyük insana borçluyum." dedi. "Bana yalnızca maddî destek vermedi,mânen de beni
hiç yalnız bırakmadı. Yurt dışında tahsil görürken yanlışa her yeltendiğimde hayalen yanımda hazır oldu. 'Sana bunun için
burs vermedim.' Diyerek bana istikamet verdi. 0na her namazımda dua ediyorum." dedi ve gözlerini
Nazif Beyin duvardaki fotografına mıhladı. Sonra gözleri portrenin altındaki ilk anda mânâ veremediği diğer tabloya kaydı.
Son derece şık bir çerçevenin içinde, bazı yerleri yamalı ve tamir görmüş oldukça eski bir çift çorap
duruyordu. Biraz daha dikkatli baktığında
çerçevede bazı cümlelerin de sıralandığını fark etti:’Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra…’’
Selim Bey, kendisine bir soru sorduğu için başını 0na çevirdi; fakat aklı tabloda kalmıştı.
Selim Beye cevap verirken tabloya bir daha baktı. İkinci cümle de birinci cümle gibi üç nokta ile bitiyordu: ‘’Bir müddet saredeceğiz ,sonra…’’İyice meraklanmıştı. Bu ilk görüşmeleri olmasaydı, yanına gidip Tabloyu iyice inceleyeekti;
fakat bu uygun düşmez, düşüncesiyle Yalnızca sohbet arasında göz ucuyla merakını gidermeye
Çalışıyordu,ancak her seferine biraz
daha artan bir merakın içinde kalıyordu. Üçüncü cümlede: "Bir müddet yürüyeceğiz, sonra..."
diye yazıyor ve altta böyle birkaç cümle daha sıralanıyordu. Artık aklı hep tablodaydı. Sonunda
dayanamayıp ,"Selim Bey merakımı mazur görün. Şu tabloya bir mânâ veremedim.’’ Dedi.
" Yaşarmış gözlerini kuruladıktan sonra Selim Beye döndü;"Fakat en azından o büyük insanın mahdumunun elini sıkmaktan da bahtiyarım." Misafirin bu sözleri üzerine Selim Bey yerinden fırladı,kulaklarına inanamıyordu.Kelimelerinin her biri birer hayret nidâsı gibi dizildi cümlelerine: Mehmet Baydemir demiştiniz
değil mi, Tosyalı Mehmet Baydemir mi?
Profesör, delikanlının bu heyecanlı haline bir anlam veremeyerek başıyla ‘Evet’dedi
Bunun üzerine Selim Beyin gözleri sevinçle parladı.
"Babamla sizi uzun yıllar aradık; ama bulamadık.’’ dedi.
Profesörün yanına gelerek iki eliyle elini tuttu,
candan bir dost gibi sıktı ve "Sizi karşıma Allah çıkardı." dedi.Bu sözler profesörü çok şaşırtmıştı.
"Uzun yıllar beni mi aradınız? Peki ama neden?" dedi.
Selim Bey gülen gözlerle profesöre bakarak ‘Bizdeki emanetinizi vermek için…’
deyince, profesörün şaşkınlığı iyiden iyiye arttı.
"Emanet mi?" dedi.
Selim Bey cevap vermeden yerine geçip telefonu çevirdi.
Karşısındakine "Gelebilir misiniz?" deyip telefonu kapattı.. Mehmet Bey, Şaşkın gözlerle Selim Beye bakarken kapı çalındı, odaya iyi giyimli bir bey girdi.
Selim Bey 0na yanına gelmesini işaret etti, sonra kulağına bir şeyler fısıldadı. Gelen kişi bir şey
Söylemeden geldiği kapıya yöneldi. O çıkarken Selim Bey, misafiriyle tatlı bir sohbete başladı.
Sohbetler koyulaştıkça ,çehrelerindeki şaşkınlık, yerini birbirlerine Hasret kırk yıllık ahbapların yeniden